Hayat dediğimiz şey, aslında büyük bir değişim hikâyesi. Zaman akar, teknoloji gelişir, insanlar dönüşür… Bir bakarsınız, geçen yıl aldığınız telefon “eski model” oluvermiş. Bir tişört bir yaz giyilir, sonra demode sayılır. Koltuklar, perdeler, hatta çaydanlık bile yenilenir.
Ama sonra küçük bir eşya çıkar karşınıza…
İncecik bir tel toka.
Bir çengelli iğne.
Ya da şeffaf gövdeli, mavi kapaklı o basit tükenmez kalem.
Yıllardır aynı.
Hatta bazılarımızın çocukluğunda nasılsa, şimdi de öyle. Elinize aldığınızda bir tanıdıklık duygusu sarar sizi. Çünkü o nesne, zamana meydan okuyordur. Değişmemiştir. Çünkü değişmeye ihtiyacı olmamıştır.
Bazen düşünüyorum; neden bazı şeyler hiç değişmiyor?
Belki de cevap çok basit:
Çünkü onlar zaten olması gereken hâliyle doğdular. Daha ilk günden görevlerini o kadar iyi yaptılar ki, ne teknolojiye ihtiyaç duydular ne de yeniden tasarlanmaya.
Bir tel toka saçımızı sabitlerken, daha fazlasını vaat etmedi bize.
Bir çengelli iğne, sessizce parçaları bir araya getirdi.
Bir kalem, sadece yazdı.
Sade ama etkili. Gösterişsiz ama güvenilir.
Biz değiştikçe, onlar aynı kalmayı seçti. Belki de bu yüzden bu kadar kıymetliler. Onlar bize, sadeliğin aslında ne kadar güçlü olabileceğini fısıldıyor. Modern dünyanın karmaşasında, sade kalabilmenin bir erdem olduğunu hatırlatıyorlar.
Hayatın içindeki bu küçük sabitler...
Bize şunu söylüyor:
“İşe yarıyorsan, seni değiştirmelerine gerek yoktur.”
Bugün elinize bir kalem alın.
Ya da saçınızı tuttururken o eski tokayı fark edin.
Bir şey değişmediği hâlde hâlâ işini iyi yapıyorsa, ona bir teşekkür borcunuz olabilir.
Çünkü bazı şeyler, gerçekten hiç değişmemeli.