Güne nasıl başlıyorsunuz? Muhtemelen çoğumuz gibi, gözünüzü açar açmaz telefonunuza uzanıp o “parıltılı” dünyaya dalıyorsunuz. Instagram’da herkes çok mutlu, herkes tatilde, herkes “başarmış”.
Peki, o ekranı kapattığınızda içinizde uyanan o ince sızı neyin nesi? Neden kendimizi sürekli birilerine yetişmeye çalışırken, ama hep bir adım geride kalmış gibi hissediyoruz?
Modern insanın bu sessiz çığlığına Alain de Botton net bir isim koyuyor: Statü kaygısı.
“Kaybeden” Olma Korkusu
Eskiden statü, içine doğduğunuz bir kalıptı. Köylüyseniz köylü, soyluysanız soyluydunuz. Bu düzen adaletsizdi ama ruhu rahatlatan bir tarafı vardı: Başarısızlık sizin kişisel kusurunuz sayılmazdı.
Bugün ise “herkes kendi kaderinin mimarıdır” söylemiyle kutsanan bir liyakat düzeninde yaşıyoruz. Kulağa özgürlük gibi gelen bu anlayış, ağır bir yük de getiriyor. Eğer başarılıysanız bu sizin zekânız ve çalışkanlığınızdır. Ama başarısızsanız, artık sadece yoksul değil; aynı zamanda “yetersiz” ve bir “kaybeden”siniz.
Dijital Teşhir Alanı: Büyük Kıyaslama Sahnesi
Türkiye, sosyal medyada en çok vakit geçiren ülkelerden biri. Ayda onlarca saat süren bu dijital mesai, basit bir sosyalleşme değil; devasa bir kıyaslama arenası.
Sosyal medya, başkalarının en iyi anlarını bizim en sıradan, en zor, en gerçek hâlimizle karşı karşıya getirdiği bir vitrin haline geldi.
Bu durum tüketim alışkanlıklarımızı da şekillendiriyor. Borçla yapılan gösterişli düğünler, lüks restoranlarda paylaşılan yemek fotoğrafları, pahalı markaların logolarını sergileme çabası… Bunların çoğu bir kalite arayışı değil, bir görünürlük savaşı.
Toplumda “hiç” olmama, başkalarının gözünde “bir şey” sayılma kaygısıyla dönen bir gösteriş çarkının içindeyiz.
Yeni Nesil Statü Sembolleri
Statü kaygısı artık sadece iş ve kariyerle sınırlı değil. Aile hayatımıza, özel alanlarımıza, hatta henüz doğmamış çocuklarımıza kadar sızmış durumda.
Baby shower’lar, cinsiyet partileri, “en iyi” kreş arayışları çoğu zaman çocuğun geleceğinden çok ebeveynin sosyal vitrinini ilgilendiriyor.
Gençler ise bu baskıyı en ağır yaşayan kesim. Sosyal medyanın ruh sağlıklarını olumsuz etkilediğini düşünen gençlerin sayısı her geçen gün artıyor. Sürekli karşılaştırılan bir hayat, kırılgan bir benlik inşa ediyor.
Bu Prangadan Kurtulmak Mümkün mü?
Elbette mümkün. Ama ilk adım, başkalarının bizim hakkımızdaki düşüncelerini sorgusuz kabul etmekten vazgeçmekle başlıyor.
Stoacı bir duruş sergilemek gerekiyor. Kontrol edemediğimiz tek şey, başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğüdür. Kendi değerimizi beğeni sayılarına bağlamak, kumdan kale yapmaya benzer.
Mizah da güçlü bir silahtır. Statü hiyerarşisinin o yapay ciddiyetini ti’ye almak, insanı özgürleştirir.
Ve belki de en önemlisi: Sıradanlığın onurunu yeniden hatırlamak.
“Sıradan” olmak bir utanç değil; dürüst, sakin ve haysiyetli bir yaşam sürmek başlı başına büyük bir değerdir.
Unutmayalım; ego bir balon gibidir ve sönmemesi için sürekli başkalarının onayına ihtiyaç duyar. Ama o balonu şişiren hava bizim kontrolümüzde değilse, rüzgâr nereye eserse oraya savruluruz.
Gerçek statü, başkalarının size ne dediği değil; sizin kendinize kim olduğunuzu söyleyebilme cesaretinizdir.