Bazen kendimizi olduğumuz yerde bırakıyoruz.
Oysa içinde bir dünya var, keşfedilmeyi bekleyen.
Korkuyoruz. Üşeniyoruz. Erteliyoruz.
Ve sonra o küçük ses başlıyor:
"Daha fazlası olabilirdin."
İşte o an, en büyük ihaneti kendimize yapıyoruz.
Potansiyel, doğuştan taşıdığımız bir hazine.
Onu görmezden gelmek, hayatı yarım yaşamak demek.
Bir adım atsan, arkasından bir kapı açılacak.
Bir kapı açılsa, ardında bir dünya var.
Ama biz, en çok kendimizi yarı yolda bırakıyoruz.
Bazı günler aynaya bakarız ve tanımadığımız bir yüzle karşılaşırız.
Ne zaman yoldan çıktık?
Ne zaman içimizdeki sesi susturduk?
Bilmeyiz. Çünkü insan, çoğu zaman sessizce vazgeçer.
Gürültüsüz, habersiz, kendi içine kapanarak.
Oysa her insan bir kıvılcımla doğar.
Bir şey olma arzusu, bir yere varma isteğiyle…
Yolda kayboldukça, o kıvılcım da sönmeye başlar.
Ve biz, kendi potansiyelimize ihanet ederiz.
İhanet büyük bir kelime gibi gelir kulağa.
Ama asıl büyüğü, kendimize yaparız.
Bir yeteneği köreltiriz.
Bir hayali küstürürüz.
Bir ihtimali yitiririz.
Sadece korktuğumuz için.
Sadece beklemek daha kolay olduğu için.
Oysa potansiyel, bir fidan gibidir.
İlgi ister. Sabır ister.
Ve en çok da cesaret ister.
Kendi rüzgarına güvenemeyen bir fidan büyüyemez.
Kendine inanmayan bir insan da.
Her yeni gün, yeniden başlamaktır.
Her nefes, unuttuğun o sesi duymak için bir fırsat.
Potansiyeline sırt çevirdiğinde, hayatın sana sunduğu en büyük şansı reddedersin.
Ve unutursun: Dünyada senin gibi bir ikinci yok.
Senin sesin, senin hayallerin, senin yolun.
Bu pazar, kendine bir söz ver.
Potansiyelini unutma.
Kendini unutma.
Çünkü içinde, henüz dünyaya gelmemiş bir hikâye var.
Ve o hikâyeyi yalnızca sen yazabilirsin.
Çünkü kim olduğunu hatırladığında, dünya da seni hatırlayacak.